DATÇA VE AKYAKA
“Tanrı çok sevdiği kulunu ömürlü olsun diye Datça Yarımadası’na gönderir”
Strabon
40. yılımıza adım attığımız 8-12 Mayıs 2019 tarihlerinde masmavi denizin, yeşil ormanların, mis gibi bahar havasının ana vatanı Datça ve Akyaka’daydık.
İlkbahar’a merhaba dediğimiz bugünlerde, üzerimizde ki kış yorgunluğunu atmak ve yeni bir mevsime huzur dolu başlamak için, yönümüzü Ege’nin güzel ilçelerine çevirdik.
5 gün boyunca yavaş yavaş, adım adım, bu güzel coğrafyayı keşfettik. Strabon’dan Halet Çambel’e, Nail Çakırhan’dan Sadun Boro’ya, Can Yücel’den, Halikarnas Balıkçısı’na güzel insanların memleketinde, bu güzel insanları andık.
İlk gün yolumuz kısa bir uçak yolculuğunun ardından, Bodrum’dan direkt Marmaris. Gezimize Marmaris’in henüz kalabalık olmayan sokakları, ılık havasıyla başlıyoruz. Tabi limanda bir kahve molası vermeden olmaz. Ardından ara sokakları, taş evleri, Marmaris’in saklı köşelerini dolaşıyoruz. Bu arada Adana’lı kadınların pek çoğunun tanıdığı, pek çok yolcumuzun hatıralarında yeri olan ‘’Necati Kundura’nın’’ oğluyla karşılaşıyoruz. Yol karşımıza bakalım başka nasıl süprizler çıkaracak.
Yeşil ve mavilerin arasından yolumuzu tamamlayarak, akşam üzeri Badem’in memleketi Datça’dayız. Otelimiz Datça Sapphire, Taşlık plajının başındaki yokuşta bizi bekliyor. Akşam yemeği ardından Datça’yı yürüyerek keşfetme zamanı. Keçi sütünden meşhur Balbadem dondurmalarımızı alıp, Marina’yı, Datça Sahili’ni, küçük çarşısını turluyoruz.
Ertesi sabah otelden hareket saatimiz 09.30 olmasına rağmen, gezi grubumuzdan erkenden fotoğraflar gelmeye başlıyor. Gün doğumunu seyretmek, sabah sahilde yürüyüş yapmak için pek çoğumuz erkenden ayaktayız:)
Güne Eski Datça’da başlıyoruz, taş sokakları, güzel Datça Evleri, Can Yücel’in evi, her köşeden döndüğümüzde bizi karşılayan begonvilleri ile sokakları geziyoruz. Burada rehberimizden evlerin birbirine saygısını, eski komşulukları, sokakların mimarisini dinliyoruz. Bu yürüyüşün ardından kahve molası için Taş Konak Datça’dayız. Tatlı sahibesi bizi ağırlıyor, kahvelerimizi yudumluyoruz.
Ardından kıvrıla kıvrıla, ege köylerinin içinden Knidos Antik Kenti’ne gidiyoruz. Yarımadanın en ucunda Tekir Burnu’nda yer alan kent, antik çağın en önemli merkezlerinden, Akdeniz ile Ege’nin birbirinden ayrıldığı ya da başka bir değişle tam birbirine kavuştuğu noktada yer alıyor. Kent’de bulunan Deniz Feneri tüm güzelliğiyle tepede yerini almış durumda. Burada kentin geçmişini, günümüze ulaşmış antik çağ hikayelerini dinliyoruz.
Öğle yemeğinde Palamutbükü’ndeyiz. Mis gibi deniz kokusu, güneşli havasıyla güzel bir mola veriyoruz. Bu güzel ege kasabası görülmeye değer.
Ardından geze geze koylar, bükler ve tekrar Datça’dayız. Bu akşam ayaklarımızı kumlara sokup, Datça Sahili’nde balıklarımızı yiyoruz.
Ertesi sabah Datça ile vedalaşma vakti. Yönümüz gezimizin ikinci durağı olan Akyaka. Ancak öncesinde son zamanların ünlü tatil bölgeleri Selimiye, Bozburun…
Mevsim itibariyle yeni yeni hareketlenmeye başlayan sahil kasabaları tüm sakinliği ve güzelliğiyle bizi bekliyor. Önce en uca doğru Bozburun’a yönümüzü çeviriyoruz. Bozulmamış doğası, temiz havasıyla sakinlik arayanların tam adresi.
Bozburun’dan sonra son yıllarda yıldızı parlayan, ziyaretçi akınına uğrayan Selimiye’ye geçiyoruz. 2 km’lik sahil yolunda birbirinden şirin restaurantlar, mekanlar mevcut. İçlerinde pamuk şekerli, çilekli limonatısıyla Paprika oldukça gözde.
Bir diğer gözde mekan ise Losta Tatlıcısı, keçi sütüyle yapılmış tatlıları, dondurması, reçelleri ve rodos baklavası tatmaya değer.
Kısa bir mola ardından efsanelerin denizi Kızkumu’ndayız. Burayı meşhur yapan ise deniz üzerinde yürüyor hissi veren yaklaşık 600 metre olan batık kumu, bu kumda adeta denizin üzerinde yürüyoruz. Tabi burada kralın kızını, eteğinden dökülen taşları, delikanlının efsanesini dinliyoruz rehberimizden.
Akşam üzeri Nail Çakırhan’ın ‘’Ula Mimarisi’nin’’ en güzel örneklerinin yer aldığı Akyaka’dayız. Kare mimarisi, ahşap balkonları, güzel işlemeleriyle bu güzel yapılar keşke her yerde olsa diyor insan.
Otelimiz bir çok ödülü, misafirperverliği ile Azmak’ın hemen yanında yer alan Elif Hanım Hotel&Spa.
Klasik Ula Mimarisi’nin güzel izlerini otelin her köşesinde bulmak mümkün. Azmak kenarında, ördeklerin, ağaçların içinden yürüyüşe çıkıyoruz. Yolun sonu bizi Gökova’ya çıkarıyor.
Sahilde oturup, günbatımının keyfini çıkarmak gezinin en keyifli anlarından. Akşam yemeğimiz otelin Fresco Restaurant’ında şefimiz büyük bir zevkle yemek yapmaya olan sevgisini anlatıyor.
Ardından biraz eğlenme zamanı, canlı müzik eşliğinde yemeklerimizi yiyor ve 2 günün yorgunluğu atıyoruz.
Ertesi sabah güzel bir kahvaltı ardından Azmak Nehri’nde tekne turundayız. Akvaryumu andıran suyuyla hiç vedalaşmak istemediğimiz bir tur oluyor. Tekne turu bitimi yürüreyek Akyaka sokaklarını geziyoruz.
Nail Çakırhan’ın evi, çiçekli sokakları, serin ama temiz havasıyla iyi ki bu sokaklardayız diyoruz.
Akyaka’dan sonra gezimiz yavaş yavaş son buluyor ve son durağımız Bodrum’a doğru yola çıkıyoruz.
Bodrum; kışı uğurlamak için daha gözde bir yer var mı acaba?
Bugün güneş iyice yüzünü gösteriyor, artık baharın geldiğini tam anlamıyla hissediyoruz. Bodrum sokaklarını,çarşısını bu güzel havada geziyoruz.
Otelimize yerleşmemiz ardından akşam yemeği için keşifteyiz. Yol karşımıza Sadun Boro ve ailesine de uzunca yıllar ev sahiliği yapmış Müdavim’i çıkarıyor.
Evi gezmek mümkün, içeride hala ailenin eşyaları bulunuyor. Gelmişken sahilde oturup, birbirinden güzel mezelerin, yemeklerin tadına bakıyor ve Bodrum’la vedalaşıyoruz.
Ertesi sabah son ve kısa bir yolculukla için otelden ayrılıp Bodrum Havalimanı’na geçiyoruz.
Biz sizi çok sevdik Datça, Akyaka, Selimiye, Bodrum… temiz havanızı, sakinliğinizi, misafirperverliğinizi.
Seneye görüşmek üzere:)
Ezgi Karaer
20.05.2019